18 Ekim 2015 Pazar

|BİYOGRAFİ| Nurullah Ataç

Nurullah Ataç

   Türk edebiyatının bilinen deneme yazarlarından olan Nurullah Ataç, 1898 yılının 21 Ağustos tarihinde İstanbul'un Beylerbeyi ilçesinde dünyaya geldi. "Hammer'in Osmanlı Tarihi" kitabını Türkçeye çeviren ve aynı zamanda başarılı bir bürokrat olan Mehmet Ata Bey'in oğludur.

    İlkokulu bitirdikten sonra Galatasaray Lisesi'ne kaydoldu ve burada 4 sene okuduktan sonra İsviçre'ye giderek eğitimini burada sürdürdü. Babası öldükten sonra 1919 yılında tekrar İstanbul'a döndü. 2 sene İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. Bu arada 1921 senesinde Nişantaşı Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmaya başladı. Ayrıca Fransızca'yı kendi kendine öğrendi.

   1926 senesinde evlendi ve bu evlilikten bir kızı oldu. Daha sonra Türk Dil Kurumu yayın kolu başkanı oldu. Yazıları Dergah'ta yayımlandı (İlk ve Dergah'ta yayımlanan yazısı: "Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı”). Ayrıca yazıları Dergah dışında da birçok gazete ve dergide yayımlanmıştır (Haber-Akşam Postası, Ulus, Hâkimiyet-i Milliye, Son Havadis, Milliyet, Ülkü, Hayat, Son Posta, Hayat, Darülbedayi) ve Türk tiyatrosu için yol gösterici niteliğindedir. Yabancı klasiklerden çeviriler yapmıştır.

   Yazılarında sade bir dil kullanmayı tercih etmiştir. Dilde yalınlaşmayı savunmuştur. Ona göre yabancı dillerin eğitiminin zorunlu kılınması imkansız olduğuna göre, bu dillerden alınan kelimeler Türkçeleştirilmelidir. O dönemde yazılarda birçok yabancı kelime kullanıldığından yazıları saf Türkçeden oluştuğu için  Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi bazı yazarlar, yazılarını "anlaşılmaz" olarak eleştirmiştir.

1945 yılından sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmenliği yapan Ataç'ın, 10 sene sonra gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. 1955'te eşinin vefatından 2 sene sonra 1957 yılının 17 Mayıs'ında İstanbul Numune Hastanesi'nde vefat etti.

   Eserleri ise sırasıyla şunlardır:

  1. Karalama Defteri-Sözden Söze
  2. Ararken-Diyelim
  3. Söz Arasında
  4. Okuruma Mektuplar
  5. Günce
  6. Prospero ile Caliban
  7. Söyleşiler
  8. Günce 1-2
  9. Dergilerde
  10. Günlerin Getirdiği



Devamını Oku »

16 Ekim 2015 Cuma

|DENEME| Ağlama Türkiye


Ağlama Türkiye

   Türkiye diye bir çocuk varmış. Padişahın oğluymuş kendisi. Babasına çok zulüm etmişler zamanında. Nitekim babası da çok yaşlanmış ve bu zulümlere dayanamayıp ölmüş. Dile kolay 600 sene yaşamış ama. Türkiye üzülmüş babası ölünce. Aynı zulümlerin ona da yapılacağını biliyormuş. Aslında çok severmiş babasını zamanında. Ama haylazmış biraz. Hayatına devam ederken yolda tanımadıkları birileri "Biz senin amcanız, sana sahip çıkacağız." demiş. Yabancı ama dünyada söz sahibi kimselermiş. "Sen de bizim gibi olacaksın" demişler ona. Kanmış 3 kıta, 7 denizin hükümdarının çocuğu. Tekrar babası gibi olabilmekmiş niyeti.

   Başlamış yenilenme (!) çalışmaları. Önce kıyafetine karışmışlar söz ve menfaat sahipleri. "Ne bu böyle? Biraz rahat ol, aç kendini" demişler. Cazip gelmiş bu fikir. Asırlardır yaşattığı değerlerini bir anda unutuvermiş. Daha sonra "Eğlen! Bu dünya eğlence için var." demişler. Buna da tamam demiş Türkiye. Kör olmuş âdeta gözleri. Öyle ya, içten içe Türkiye'ye suikast planları yapanlar sürekli cazip şeyler sunuyor ve sarhoş ediyormuş bu yetim ve tecrübesiz çocuğu. Sarhoş ettikçe yeni şeyler sunuyor, sundukça da daha fazla sarhoş ediyormuş. Kendini kaybetmiş, benliğini kaybetmiş, şanlı tarihini kaybetmiş Türkiye. Diline dahi karışmışlar. Kutsal kitabını alıp, gavur romanlarını vermişler eline. Yabancı romanlar hakkında saatlerce yorum yapabilen Türkiye, kendi kutsal kitabını anlayabilmek için yıllarca kursa gitmek zorunda kalmış. Kaçınılmaz sonuç olarak da cahilleşmiş tabi. Cahilleştikçe de daha çok kanmış, daha büyük oyunlara gelmiş, daha acımasız kumpaslara maruz kalmış.

   Doğanın kanunu olarak zamanla büyümüş Türkiye. Şöyle bir uzak geçmişine -babasına-, bir de yakın geçmişine bakmış. Bir anda beyninde şimşekler çakmış. Aklı başına geldikten sonra bir de kendisine bakmış. O da ne? Elleri ayakları tutmuyormuş, organları iflas etmiş. Yaptırırken canını acıtmayan dövmeleri, şimdi baktıkça yakıyormuş içini. Ağlamaya başlamış, pişman olmuş bütün bu yaptıklarına. Ama bir istisna varmış. Sadece kalbi sağlam kalmış bu gencin. Bu saatten sonra zormuş eskiye dönmek, bütün dünyada kendi bayrağını dalgalandırmak ama onun bırakın dünyayı; kainatı içine almaya yetecek olan kalbi buna inanıyormuş. Mevsimlerden sonbaharmış o sıralar, kış yaklaşıyormuş. Ama o kalp her kışın arkasından bir bahar geleceğini biliyormuş...

-deneme 1,2
Devamını Oku »

12 Ekim 2015 Pazartesi

Facebook Sayfası



Facebook'da bizi takip etmek ister misiniz?

İşte Facebook sayfamız:

https://www.facebook.com/Örnek-Deneme-Deneme-Yazalım-145019302518842/timeline/

Takipte kalın! ;)
Devamını Oku »

5 Ekim 2015 Pazartesi

|DENEME| Gerçek Sevgi



Gerçek Sevgi

   Sevmek nedir? Üzülmek, korkmak, mutlu olmak gibi bir ruh hali mi? Ya da oturmak, kalkmak, gezmek, yaşamak gibi bi eylem mi?

   Samimi olanlar versin bunun cevabını. Gülü severken dikenini kırmaya çalışmasın. Varsın kanasın, sarsın onu sımsıkıca. Koyu kalplerden çıkan menfaat değil, bitip tükenmek bilmeyen sevgi fışkırsın damarlarından. Sardıkça fışkırsın, etrafına yaysın ve temizlesin bütün zift bağlamış taş kalpleri o menfaat denen beladan.

   Öyle ya, bazıları bütün korkulara göğüs gererek sever. En büyük korkuları ayrılıktır onların. Üzeleceğini, ağlayacağını bile bile sever. Çünkü her gözyaşının farklı bir anlamı olduğunu bilir. Her biri bir sevgi damlasıdır onun için. Dolup taşar gözlerinden. Onların mutlulukları da farklıdır. Bir farklı çarpar kalpleri. Sığdıramazlar kalplerine. Çünkü dünyaları değil; dünyalara değişmeyeceklerini taşırlar yüreklerinde.

   O halde bir ruh hali değildir sevgi. Peki ya bir eylem midir? Öylesine oturup kalkınca içinde anlam veremediği bir şey hisseder mi insan? Bunlar normal hareketlerdir. Ancak buraya dikkat edin... Eğer birlikte oturup kalkınca, birlikte gezip tozunca, birlikte konuşunca, hatta birlikte susunca daha bir anlamlı oluyorsa emin olun. Gerçek sevgi budur!

-deneme 1,2
Devamını Oku »